Teke yarımadasının güneydoğu köşesini Gelidonya Burnu biçimlendirir. Cape Chelidonia (Gelidonya Burnu) ve Hiera Akra (Kutsal Burun) gibi adlarla anılan burun, Pamfilya Denizi (Mare Pamphylium) ile Likya Denizini (Mare Lycium) birbirinden ayıran uç sınırdır. Taşlık Burnu ve Kırlangıç Burnu olarak da anılan Gelidonya Burnu ile önündeki Beş Adalar’ın Likya coğrafyasında ve denizcilik tarihinde önemli bir yeri vardır. Piri Reis Kitab-ı Bahriye (1521) eserinde Gelidonya Burnu’nu eski adlarından olan Şilden Burnu olarak anmakta ve hakkında şu bilgileri vermektedir: “ Şilden Burnu; büyük dağlardan gelep, denize inmiş, sarp kayalık bir limandır. Karşısında dört küçük ada vardır. Burna en yakın olan; sivri bir adadır. Ada ile burun arasına demirlenirse 35 kulaç vardır. Fakat burnun yarım mil kadar poyraz tarafına demirlenirse; 60 kulaç su vardır. Poyraz tarafında büyük bir ada daha vardır. Ada ile sahil arasında büyük parçalar (gemiler) geçer. Burası derindir…” Gelidonya Burnu ters akıntılardan dolayı Antalya Körfezi’nin en tehlikeli yeri olarak nitelendirilmektedir. Antik dönemde sayısız gemi buradaki kayalara sürüklenerek batmıştır.

Gelidonya Burnu “Gelidonya Batığı” olarak ünlü tarihi gemi batığı ve “Gelidonya Feneri” adındaki deniz feneriyle tanınmaktadır.

Gelidonya Batığı ve Gelidonya Deniz Feneri

Gelidonya Burnu’nun güneyine doğru sıralanmış Beş Adalar’dan en büyüğünün güney doğusunda seyreden bir yük gemisi kayalıklara çarparak yükünü saçmaya başlamış ve çok geçmeden de deniz altındaki bir kayanın üzerine oturmuştur. 1954 yılında Bodrum’lu bir sünger dalıcısı tarafından keşfedilen ve 26-28 metre derinlikte bulunan  batığa  1960  yılında  Peter  Throckmorton,  George Bass ve Frédéric Dumas tarafından yapılan araştırma dalışlarında geminin Geç Tunç Devri’ne ait olduğu saptanmıştır. Yapılan bu dalışların bir diğer özelliği de sualtında dalgıç bir arkeoloğun (George Bass) başkanlığında kazısı tamamlanan ve kara kazısı standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı ünvanına sahip olmasıdır.

Gemideki ağır yüke yataklık yapması için yerleştirilen çalı çırpıya yapılan analizlerden elde edilen sonuca göre yapılan tahmin geminin M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında battığıdır. Kalıntıların üzerinde koruyucu kum veya mil tabakasının olmayışı nedeniyle teknenin büyük bir kısmı  özellikle  deniz kurtları tarafından yok edilmiştir. Buna rağmen kaplama ahşaplarının Klasik Yunan ve Roma devirlerinde kullanılan gemi yapım  tekniğinde gördüğümüz ağaç çivili zıvanalarla birbirlerine tutturulduğu bilinmektedir. Yükün dağılımı önceleri teknenin uzunluğunun 10 metreden fazla uzun olmadığına işaret etmekteyse de son zamanlarda elde edilen yeni buluntular, teknenin ilk tahminlerden daha uzun olduğunu göstermektedir.

Gemideki yükün büyük bir kısmı, eritilerek bronz alet yapımında kullanılmak üzere Kıbrıs’tan getirilen hurda bronz aletler ile yeni bronz yapımında kullanılacak bakır ve kalay külçelerinden oluşmaktadır. Ayrıca yükün içinde kristal parçaları, boncuk kavanozları, ticareti yapılan baharatlar bulunduğuna inanılan kavanozlar, bir bilezik ve bir de “uriye kökenli bir tacire ait mühür vardır. Bütün kanıtlar geminin, bir Suriye-Filistin limanından gelen, içinde “uriyeli bir tacirle birlikte seyreden erken dönem bir Fenike ticaret gemisi olduğu yönündedir. Batıktan çıkarılan eserler günümüzde Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Gelidonya’nın diğer önemli değeri deniz feneridir. Akdeniz kılavuz fenerlerinden biri olan Gelidonya deniz fenerinin, 1934 yılında Likya Yolu üzerinde inşasına başlanmış ve fener 1936 yılında hizmete açılmıştır. 227 metrelik rakımıyla Türkiye’nin en yüksekteki feneri olan Gelidonya Feneri, Likya Yolu’nun en sevilen öğelerindendir.

Fener’de ilk zamanlar gaz yağı kullanılmış, sonraları tüp gaz kullanılmaya başlanmıştır. 2000 yılında sistem yenilenmiş ve fenerin ihtiyacı olan enerji güneş panelleriyle sağlanmaya başlamıştır. Fener binası ulusal miras olarak Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nce koruma altındadır.